MARTILARA SOFRA KURAN SÜLEYMAN

Küçük ve şirin bir sahil kasabasında halen yaşanmakta olan inanılmaz bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Sofra denilince aklımıza hep; nasırlı elleriyle annelerimi- zin bizi, çocukluğumuzda yataktan kalkmadan hazırlayıp, bir o kadar daha zahmet ederek uykudan uyandırıp yemek yedirdiği günler gelir.

Gözlerimizi ovuşturarak oturduğumuz bu sofralarda; annemizin sevgisini katarak hazırladığı yemekleri büyük bir iştahla yer, günün içinde kaybolur giderdik. 

Büyük bir gayretle ve her gün tekrarlanan bu yemek programı, annelerimizin ruhumuzun derinliklerine etki ettikleri inanılmaz anlardı, çoğumuz için geldi, geçti.

Bir gün, bir ikindi vaktine yakın zamanda, bahsettiğim bu şirin kıyı kentinde limana nazır, misafir bulunduğum evin balkonunda otururken, oldukça uzaktan gökyüzünde çeşitli frekanslarda sesler çıkararak oturduğum yere doğru gelen bir martı sürüsü dikkatimi çekti. Nedense bu martı sürüsünü seyre dalmışım.

Hareketleri ve geliş hızları ne hızlı, ne de yavaştı. Biraz daha yaklaştıklarında altta yol kenarında bir insanın martıların hızı ile orantılı bir “el arabasını” sürdüğünü gözlemledim. Merakım biraz daha artınca; martı sürüsü ile önündeki el arabasıyla hareket eden adamı gözlem altına aldım. Adam limana yaklaştıkça martı sesleri yükseliyor, sürünün gökyüzündeki çeşitli koreografik hareketleri adeta sevinç gösterisine dönüşüyordu.

Merakım iyiden iyiye artmış, aynı zamanda içimde tuhaf bir heyecan oluşmaya başlamıştı. Nihayetinde elindeki el arabasıyla hedefine yaklaştığını, başını gökyüzüne çevirerek martılara sık sık bakmasından anladığım adam, deniz kenarında düz bir alana arabasını boşalttı. 

Benim oturduğum balkonun tam altında görme mesafesindeki olaya tanık olunca hayretim bir kat daha artmıştı. Tam bu sırada adam biraz geri çekildi ve gelen martı sürüsünün oraya döktüğü balık artıklarını büyük bit iştahla ve çığlıklar atarak, pike yapıp gagalarına alıp yemeye başladıklarını görünce merakım zirvelerdeydi.

Merakımı kontrol altına alamadığım için, yakınım olan ev sahibinden izin alarak bu rüya insanı tanımak için hızlı adımlarla limana yöneldim. Kısa bir süre sonra el arabasının başında, balık artıklarının son kalıntılarını paylaşmaya çalışan martı sürüsünü büyük bir sevgiyle seyreden adamın yanına vardım. Heyecanım bir kat daha artmıştı! Bu bizim Süleyman’dı.

Çelimsiz, içten, sevecen ve konuşurken devamlı gülen, Çay fabrikasından emekli, tanıdığım ve her zaman selamlaştığım Süleyman…

Beni görünce Süleyman da meraklandı. Öyle ya tam 15 yıldır tekrarladığı ve kimselerin ne yapıyorsun diye sormadığı bir olayı, yerinde görmek için tanıdığı ve de belki de hiç beklemediği bir kişi onu daldığı rüyadan uyandırmıştı. Geliş sebebimi anlamış olacak ki daha sormadan, artık ne yaptığını insanlar da öğrensin diye bana, ilgi ile dinlediğim, bazen hüzünlendiğim ve bazen de umutlandığım olayın hikâyesini anlatmaya başladı;

“Bundan tam on beş yıl önceydi. Denize yakın babadan kalma fakir bir aile evi sayılabilecek evimin balkonunda otururken, bahçe tarafında, akşamdan atılan balık artıklarını paylaşmak istemeyen martıların çığlıklarını gördüm. 

Hayvanlar çok acıkmış olacak ki; bu artıkların hepsine sahip olmak için birbirleriyle kıyasıya mücadele ediyorlardı. Onları büyük bir merak içerisinde seyrederken, birden içimde şimşekler çaktı! Dedim ki; acaba ben bu güzellik abidesi martılar için ne yapabilirim? O an aklıma gelen fikri olgunlaştırmak için evime yaklaşık 3 km mesafedeki balıkhaneye gittim.

Orada tanıdığım balıkçılar vardı. Her gün kilolarca balık kesip müşterilerine sunan insanlardı bunlar. En samimi olduğum birisine yaklaşarak; kestiğiniz balıkların başlarını ve iç organlarını ne yapıyorsunuz diye sordum. İşine yoğunlaşmış arkadaşım, bir taraftan müşteriye bakarken, bir taraftan da bana cevap verip; bunlar ne olur Süleyman ? Elbette ki çöpe atılır. Bir anda içimde sevinç şimşekleri çakmıştı. Arkadaşıma biraz daha yaklaşıp, bunları her gün gelip ben sizden alıp götürsem olur mu diye sordum ? Biraz alaylı, biraz da gülümseyerek; “neden olmasın, bize de yardımcı olursun Süleyman kardeşim” dedi. Diğer balıkçılar da senin gibi bu artıkları çöpe mi atıyor deyince; elbette ki öyle, başka ne yapabiliriz ki! Büyük bir sevinçle oradaki tanıdık-tanımadık diğer balıkçıları gezdim ve hepsinden de ayni sözleri dinleyip, balık artıklarını alabileceğim vaadiyle oradan hızla ayrıldım. 

Adımlarıma adım katıp evime doğru giderken kafamda beliren düşüncemi gerçekleştirmenin zamanının geldiğini anlamıştım. Babadan kalma el arabamı evden alıp, her gün balıkhaneye gelerek, orada kesilen balık başları ile artıklarını alıp, martı sayısının çok olduğunu gözlemlediğim  2 km mesafe- deki limana getirecek ve martıları besleyecektim.

İlk hamlemi, balık avlanmasının yasak süresinin sonundaki ilk hafta içinde yaptım. Uzun zamandan beri denizde  balık avı yapılmadığı için ilk hafta  tezgâhlar dolmuştu.  Evden garip bir heyecanla alıp, balıkha- neye kadar sürüp getirdiğim arabamı konuştuğum arkadaşlarımızdan aldığım balık artıkları ile doldurup limana yöneldim. Araba dolu olunca onu hızlı sürmek ne imkânım ve doğrusu ne de takadım vardı. Limana varınca epey yorulduğumu hissettim. Hemen limanın yakınındaki deniz kumsalına yöneldim.

Limana yaklaşan teknelerden kelepir balık avlamak isteyen birkaç avare martının dikkatini çekmiştim. Kendi aralarında nasıl bir haberleşme sistemleri varsa ben anlayamadım ama kısa süre sonra başımın üzerinde turlayan onlarca martı değişik hareketler yaparak sesler çıkarıp, alçalıp yükseliyorlardı.

Arabayı uygun yere boşaltınca martılar hemen hücuma geçerek bu ziyafetten paylarını almak için olanca güçleriyle gayret ediyorlardı. Ben bunu ilk defa görüyordum ve adeta o gün bütün yorgunluğumu unutmuştum. Netice, aç olan hayvanları doyurmuş, onları mutlu etmiştim. İçimde garip bir sevinç halesi oluşmuştu. 

O heyecanla geç saatlerde evime dönebilmiştim. Akşam yemeğinden sonra yorgunluğumdan dolayı erken uyumuştum. Sabah olunca erkenden kalktım. Artık bir işim vardı ve ben o işi yapmaktan çok mutlu olmaya başlamıştım. Hemen arabamı kontrol ettim. Günlük işlerimi düzene koyduktan sonra tekrar balıkhaneye yönelip bir gün önce yaptığım gibi balıkları alıp limana getirdim ve martılara sundum. Ben on beş yıldan beri hiç bıkmadan ve üşenmeden, hava şartlarının müsait olduğu her gün martılara büyük bir mutlulukla sofra kuruyorum. Hz. Süleyman gibi onların dillerinden anlayıp, benim için ne söylediklerini çok öğrenmek isterdim. Anladığım, onların dillerini anlamasam da çıkardıkları sevinç çığlıkları ile bana teşekkür ettiklerini her geçen gün daha bir samimiyetle hissediyordum.  

İlk haftadan sonra durumun tamamen farkına varan martılar bir sürü oluşturarak, ilginç bir şekilde beni el arabam ile evimden çıktığım andan itibaren takip etmeye başladılar. 

Onlar üstünden, ben altından balıkhaneye geliyoruz, ben arabamı balık artıkları ile doldurup limana yöneliyorum. Sürüden hiçbir martı, oyunbozanlık edip arabanın içindeki balık başlarından almak için asla düzenlerini bozmuyorlar. Sanki başlarında bir yöneticileri varmış da onun emir ve komutasındaymışlar gibi davranıyorlardı.

Limana ulaşıp balıkları her zamanki yerine boşaltınca, belli ki kendi aralarındaki hiyerarşiye göre dökülen balıkları büyük bir iştahla yiyor, etrafı en ince kalıntısına kadar temizleyerek, benim dönüşümle birlikte onlar da kendi mavi dünyalarına dönüyorlar”.

Süleyman’ın bize son sözü ise şöyle oldu; “Ha bu devleti bize kurup bırakanları unutmayalım. Eğer onlar bize böyle bir devlet bırakmasaydılar, bizler, martıları besleyerek elde ettiğimiz bugünkü mutluluğumuzu yaşayamazdık”

Merak bu ya! Süleyman’ın bu anlattığı, halen yaşanmaya devam eden inanılmaz öyküden sonra ben de bir gün bu muhteşem şöleni ve ikram sofrasının kuruluş hazırlıklarını başından sonuna kadar izlemek için Süleyman’la birlikteydim. Gördüklerim, anlatılanların aynısıydı ve ben rüya gördüğümü zannetmiştim

Son olarak Süleyman’ı bir kez daha dinledim ama bu kez çok kısa konuştu;
“Zamanla martılar ile aramda inanılmaz bir sevgi bağı oluştu. Ben ikram saatini, onlar da beni hiç unutmuyorlar, aynı gün, aynı saatte, aynı yerde buluşuyoruz. Yanından el arabası dolu, balık artıkları ile geçtiğim onlarca insanın; ne yapıyor diye dikkatini çekmiyordum belki ama yüzlerce martının sevinç çığlıkları, ölünceye kadar bu görevi yapacağımın kararlığına dönüşüyordu gönlümde”.

Halen yaşanmakta olan bu gerçek olaya tanık olan bir insan olarak, hikâyenin tadını kaçırmadan, içimden dedim ki; bu martılar, bu kuş halleri ile kavga ve gürültü yapmadan, birbirlerinin payına saldırmadan, ikram edilenleri ne güzel de paylaşıyorlar. Dünyadaki kavgalar, savaşlar ve huzursuzlukların sebebi ise ne yazık ki payına düşenle yetinmeyip hepsini almak aç gözlülüğünde bulunan insanlar yüzünden çıkmaktadır…

Bu olayı gözlemlemek isteyen doğaseverlerin, her gün öğleden sonra Araklı Balıkhanesi’nden arabasını dolduran Süleyman’la tanışıp, martılara kurduğu sofrayı gözlemlemeleri, yaşanılanları tatlandıracaktır dostlar.