BİZİM MARCO POLO ÇOŞKUN ARAL

Bir elinde fotoğraf makinesi, diğer elinde kamera...

 

1977 yılından bu yana dünyayı karış karış dolaştı. İnsanların gitmek istemediği yerlere gitti. Lübnan, Kuzey
İrlanda, İran, Irak Savaşları, muhabir olarak katıldığı savaşlardan sadece bazıları. 40 yıl süren savaş
muhabirliğinde defalarca ölümle burun buruna geldi. Kaçırıldı, işkence gördü ama asla geri adım atmadı.
Çektiği fotoğraflar dünyanın önde gelen ajanslarında, gazetelerinde yayınlandı. Yurt içi ve yurt dışında
açtığı fotoğraf sergileri ve yaptığı belgesellerle çok sayıda önemli ödülün sahibi oldu.

 

Benim de hep hatırladığım işi; 1980’de kaçırılan bir uçaktan dünyada ilk kez hava korsanlarıyla röportaj
gerçekleştirerek, Türk ve dünya basınında adından söz ettirdiği haberdi.

 

Trabzon’da bir fotoğraf yarışması jürisinde bulunduğumuz Coşkun Aral ile memlekete dair güzel bir söyleşi
yaptık.

 

“Coşkun Aral ne yapar?”

 

Varoluş yolculuğunda insanoğlunun ilk rehberi, olan biten birçok şeyin temel sebebi: Merak duygusu. Ve
merak duygusunun peşinde, 1977’den beri dünyada ayak basmadığım hemen hiçbir toprak bırakmayarak
insanın hayatta kalma mücadelesini, kültürlerini, yaşamlarını ve savaşlarını görüntüledim.

 

Kuzey Kore, Gabon, Kamerun ve Polinezya’da birkaç ada haricinde ayak basmadığım bir ülke kalmadı,
bugün yalnızca savaş muhabirliğinden değil farklı coğrafyalar ve toplumlarla ilgili anekdotlardan lezzet
avcılığına kadar geniş bir yelpazede, kişisel arşivimden özel notlar ve görselleri birçok kurumsal etkinlikte
izleyicilerle paylaşmaya devam ediyorum.

 

Belgeselciliği bir meslek dalından çıkarıp bir yaşam biçimi haline getirirken tecrübemi ve arşivimi, kendi
düşlerinin gezgini olmak isteyenlere açıyorum. Kurumsal motivasyon konuşmalarımda, dünyanın dört
bir yanından derlediğim hikayelerle hem bir kültür takviyesi yapıyor hem de izleyicilerin kendi hayatlarını
sorgulama ve anlamalarına yardımcı oluyorum.

 

“Trabzon denilince aklınıza ne gelir?”

 

Dünyanın en eski kent özelliklerini barındıran bir kenti aklıma gelir. Zamanında biraz muhafazakâr
özellikleri olsa da Trabzon, Türkiye burjuvazisinin en sağlam oluştuğu burjuva alışkanlıklarının gerçekten
temel bulduğu bir şehirdi.

 

İpek Yolu’yla meşhur Kral Yollarının kesiştiği Kafkas coğrafyasıyla Anadolu üzerinden Avrupa’nın buluştuğu,
Afrika ve Asya’nın geçiş yaptığı bir yer. O yüzden hepsinin izini bulabiliyoruz.

 

Şu anda unutulmuştur belki ama 1900’lerin başlarına kadar zeytinyağının bile en değerlisinin üretildiği bir
kenttir. O yüzden benim bakışım çok farklı Trabzon’a...

 

Ben Siirtliyim ama anneannemin annesinin Trabzon’dan geldiğini biliyorum.

 

Çocukluğumda bunu fark etmiştim. Anneannemin konuştuğu dilin çok farklı olduğunu ve mutfağımıza
onun getirdiği zeytinyağlı yemeklerin uzun bir dönem yendiğini hatırlıyorum.

 

Bugün belki Trabzonlular bilmezler ama dünyanın en iyi zeytininin yetiştirildiği ve zeytinyağının yapıldığı
bir yerdi Trabzon...

 

İz bırakan bir şehir... Trabzon’da yetişen birçok sanatçının temelinde bu topraklardaki farklı aroma yatar...
Alt yapı çok zengin... Örneğin, Ayasofya’nın mimarisine baktığımızda o estetiğin arkasındaki coğrafya ile
bir uyum içinde görürüz. Çok kişinin beyninin derinliklerinde ciddi izlerin çıkmasına yol açar bu estetik
anlayış. Bizim amacımız, geçmişte bize bırakılan izleri takip edip iz bırakmaktır. Trabzon buna en uygun
olan kentlerden biri...

 

“Peki Trabzon bunun farkında mı?”

 

Her dönem her kentte yanı başındaki bir coğrafyada patlayan bir volkanın külleri bir sürü şeyin üstünü
örter. Türkiye, bilimin ve aklın yerine siyasetin, farklı konuların daha ön plana çıkartıldığı bir dönemi yaşadı.
Dolayısıyla Trabzon da bu durumdan nasibini aldı.