Sabırlar İş Merkezi B Blok Kat:1/4 / Yomra - TRABZON
Sabırlar İş Merkezi B Blok Kat:1/4 / Yomra - TRABZON
Çoğumuzun en güzel hatıralarının geçtiği köylerimizde sabahın alacakaranlığında keskin bir horoz sesi
ile uyandığımız çok olmuştur. Kümes sakinlerinin bütününün uyanmak zorunda olduğu bu ses, evin
ahır bölümüne sıkıştırılmış bir merkezden de gelse fark etmez, evin içindeki insanların da bütününün
uyanmasına sebep olurdu.
İlk kalkan her zamanki gibi yaşlı dedelerimiz ile onlara sadakat ile hizmette yıllarca kusur etmemiş iyilik
abidesi ninelerimiz olurdu. Biz çocukları uyandırmama gayretleri, çoğu kez kulakları ağır işittiğinden
daha fazla gürültü yapmalarına sebep olur, bu durum bizim de yataklarda sağa sola dönerek sabah
uykumuzla adeta kavga etmemize zemin hazırlardı. Köylerimizde eski evlerimiz genellikle ahşap ağırlıklı
yapılardı. Geleneksel ev planları hep birbirinin tekrarıdır ve genellikle iki ya da üç kattan meydana gelirdi.
En alt katta ”ahır” dediğimiz ve hayvanlarımızı barındırdığımız bölüm bulunurdu. Burası evimizin adeta
ekonomik limanı gibidir. Sağılan sütler buradan alınıp, ahırın üstündeki esas ev dediğimiz bölüme getirilir
ve süt makinesi marifeti ile “makineye vurulur” ve kaymağı ayrıştırılarak evin yağ ihtiyacı için ahşap bir
varilde biriktirilirdi. Ahır bölümünde tarlalardan biçilmiş, kurutulmuş ve taneleri alınmış “ot” dediğimiz
yiyeceklerin hayvanlara verildiği “panti” denilen ilkel bölümler olurdu. Otlar “yığın” denilen biçilmiş mısır
saplarının bir araya toplanıp, ortaya dikilen sağlam bir ağacın çevresine sarılmış kümelerden alınır, orakla
bölünür ve pantilere doldurularak hayvanların beslenmesi sağlanırdı. Bu işi her gün evin varsa gelini,
yoksa genç kızları, o da yoksa evin büyükleri önemli bir görev olarak yaparlardı. Devamında ahırın temizliği
yapılır ve hayvanlara su verilerek günün ilk hizmetleri ve bakımları tamamlanmış olurdu.
Köylerde bu işleri yapmak için evde yaşayanların sayısına göre günlük iş bölümü yapılırdı. Ahır hizmetleri
görülürken evde kalanlar; sabah temizliği, uyuyanların uyandırılması, kahvaltının hazırlanıp, yere serilen
bir örtü üzerine konulan ve “sini ya da sofra” denilen yekpare seyyar yer masalarının etrafına hane halkının
toplanması ile kahvaltı başlardı. Ana yemeğin, sofranın ortasında bulunan ve “kıylı” denilen bakırdan
genişçe bir kapta sunulduğunu köyde yaşayanlarımızın hepsi bilmekte ve hatırlamaktadırlar. Ana yemek
öncesi evin ekonomik durumuna göre verilen ara yemekler ki bunlar genellikle “bakır sahan” veya “bakır
tas” denilen kaplarda verilen lahana ve ya mısır çorbasından ibaret yemeklerdi. Ana yemek ise çoğu kez
tereyağı ile hazırlanmış kuymak, kesme makarna, lapa gibi maliyeti az ancak doyurucu yemekler olurdu.
Büyük bir iştahla ve olabildiğince sessiz yenilen yemekten sonra sofradan uygun bir şekilde kalkılır ve
günlük iş bölümünün yapılmasına kadar beklenilirdi.
Köy evleri aynı zamanda çocukluk ve gençlik yıllarımızın en güzel hatıralarının yaşandığı mekânlar olarak
hafızalarımızda silinmez izler bırakmıştır. Ahşap işçiliği sanatkârane bir bakış ve uzun uğraşlar gerektiren
bir çalışma sürecini kaplardı. Teknolojinin bugünkü kadar henüz gelişmediği dönemlerde insanların bu
evleri yapmak için ihtiyaç duydukları zamanları yeterliydi. Ahşap işçiliği, sabır ve zaman gerektiriyordu.
Ancak ne zaman ki sanayi ve teknoloji gelişmeye ve bu gelişim baş döndürücü şekilde hızlanmaya başladı;
köylerimizdeki o güzelim ahşap evlerimizin yerini şekilsiz ve ruhsuz ”beton evler” almaya başladı.
Köy evlerimizin mevsimlerin durumuna göre ayarlanmış evin içerisine yerleştirilmiş “tedarik depoları”
vardı. Mesela ahşap “ambarlar” ve “kiler odası” bunların en önemlilerindendi. Ambarlar, içerisine fare ve
haşarat giremeyecek şekilde tamamen kestane tahtasından yapılmış, ihtiyaca göre ebatları 1.5x1 metre
civarında ve ortasından bir insanın içine girebilecek kadar bir kapağı olan ailenin hububat depolarıydılar.
Mesela mısır hasadından sonra kurutulan mısırlar, varsa arpa, buğday, kuru fasulye gibi gıdalar burada
saklanırdı.
Ambarların anahtarlarını, harcama ayarlarını yılın bitimine göre yapma tecrübesizliğinin olumsuzluklarına
karşı genellikle evin dominant yöneticisi olarak annelerimiz taşırdı. Kiler odalarında ise daha çok yıllık
turşular, yetiştirilmiş ise patates, soğan, kuru fasulye, kış için alınmış kuru gıdalar ve genellikle yazları
yaylalarda üretilen ya da üreticilerden alınan yağ ve peynir varilleri bulunur, buraların da anahtarları
annelerimizde olurdu. İhtiyaçlarımızın depolandığı alanların sorumluları olarak annelerimizin gözümüzde
ayrıca ve çok önemli değerleri vardı. Ne zaman acıksak hep annemiz aklımıza gelirdi! Neden? Çünkü
ambarın da kilerin de anahtarları onun kuşağına bağlıydı. Bu tür yaşantılar, hafızalarımızdan hâlâ
silinmeyen köy evleri yaşantı kültürümüzü oluşturmuş ve de zenginleştirmiştir.
Eski köy evlerimizin iç mekânlarında istisnalar dışında genellikle tuvaletler bulunmazdı. Bu yapılar evlerin
dışında ve hemen yakınında ayrı yapılırdı. Evlerde ihtiyaca cevap verecek ve banyo yapılacak alanlar da
yok denilebilecek kadar azdı. Duş alma ihtiyacında olanlar, bu iş için kullanılan evin köhne bir köşesinde ya
da ahır bölümünde bakır güğümlerde ısıttığı su ile duşunu alabilirdi. Evlerin çatı katlarının altında, “tavan”
denilen bölümler vardı. Buralara da genellikle annelerimizin bilgisi dâhilinde kışlık fındık, varsa ceviz, uzun
ömürlü elma ve köylerimizde çok bilinen ve adına “beyaz kabak” denilen ürünler depolanır, kış gelir, kar
yağmaya başlar ve bereketli kar yığınları oluşunca günübirlik bu ürünlerden annelerimizin tayin edeceği
miktarda alınıp, akşamları pişirilip evlerde adeta bir bayram havası oluşturularak zevkle yenilirdi.
Eski köy evlerimizin odalarının içerisinde özenle yapılmış bir tahta eni ve boyunda ebatı olan “oda rafları”
bulunurdu. Günlük kullanılan ihtiyaç maddeleri; iğne, kibrit, mum, “şişeli lamba”, “fiske lambası” ayna, tarak,
makas, çuvaldız, terramisin denilen yara merhemi, babalarımızın tıraş jileti ve makineleri ile varsa kitaplar
bu raflarda bulunurdu. Bu otantik raflar adeta bir açık dolap vazifesi görürlerdi. Günlük yaşantıda ev halkı
hangi ihtiyaç maddesini nerelerde bulacağını çok iyi bilirdi. Yiyecek maddelerinin bulunduğu alanlar hariç
evin kilitli bölümü olmazdı. Kilitlemenin sebebi yokluk ve genellikle de fakirlik ve geçinme korkusundandı.
Öyle ya alınan malzemeler, önemli getirisi olan “fındık ayında” ya da bazı köylerimiz için “yaş çay” dönemine
kadar yettirilmeliydi. Küçük veya büyükbaş hayvan bakıcılığı yapan aileler için ödemeler ise genellikle yayla
dönüşü, güz dönemi olan Eylül, Ekim aylarında yapılırdı. Çünkü genellikle köy bakkallarından alınan yıllık
kuru gıda, şeker, gaz, tuz, pirinç, bulgur ve un gibi temel gıda maddelerinin ödemeleri çoğu kez ve ancak
köyde yaşayanlarımızın ürettiklerini satabilecekleri zamanlara göre yapılabilirdi. Bunun için alınan gıda
maddeleri mutlaka o zamana kadar yettirilmeliydi. Bakıldığında, o yokluk ve fakirlik zamanlarında bazen
sekiz on kişiyi bulan aileleri bir yıl boyunca yedirip içiren ve de hiçbir zaman aç bırakmayan annelerimiz,
ekonomi yönetimi açısından çok başarılı insanlardı.
Eski köy evlerimizde genellikle “açık ocak” biçimindeki yerlerde ateşler yakılır ve ısınılırdı. Ocak denilen yerin
altında taş ya da çamurdan, ekmek pişirmek için “bilegi” denilen malzeme bulunurdu. Ateş yandığı zaman,
tavandan asılan siyah zincirin ucuna asılan kazanlarda günlük yemekler pişirilirdi. Yemek pişerken alttaki
bilegi de ateş yanmasıyla ısınır ve yemeğin pişmesinden sonra ekmek pişirmek için hazırlanırdı. Küçük bir
ekonomik faaliyet sayılırdı bu çalışmalar. Ocak boşaltılır, bileginin içi hazırlanmış hamur ile doldurulur,
onun üzeri bileğinin hacmine göre yapılmış “sac” denilen kapak ile kapatılır ve üzeri de kenara çekilmiş ateş
kalıntıları ile örtülür ve ekmek pişmeye bırakılırdı. Yaklaşık bir saat sonra üzeri açılır, içinden mis kokulu mısır
ekmeği çıkarılır ama öyle hemen yenmeye başlanılmazdı. Çünkü ekmek sıcak yenilirse kolayca bitebilir,
gün içinde ikinci kez hazırlanması mümkün olmazdı. Annelerimiz burada da yine devrededir ve ekmek belli
bir zaman bekletilip, sıcaklığı giderildikten sonra ihtiyaca göre sofraya taşınırdı. İlkel gibi görülen bu döngü
aynı zamanda bir taş ile birçok kuş vurmak gibi pratik ve dâhiyane bir çözüm modeliydi.
Bazen köy evlerinin iç mekânları yeterli olmaz ya da aileler kalabalık olursa evin hemen yakınlarında
“Çiten” ve “Merek” denilen sıradan yapılarla “Serander” denilen ahşap sanat eserleri de bulundurulurdu.
Bunların hemen bir köşesine yaslanmış olarak göreceğimiz “köstere taşlarımız” vardı. Çitenler, genç fındık
çubuklarından, beceri isteyen bir maharetle yapılır ve genellikle dönemin en önemli geçim kaynaklarından
olan mısırların depolanması için kullanılırdı.
Merekler ise daha çok evlerin odun ve ot ihtiyaçlarının depolandığı sıradan yapılardı ama işlevleri çok
değerliydi. Eski köy evlerimiz, merek ve çitenlerimiz zamana yenik düşerek hemen hemen kendi ellerimizle
yok edildi ama seranderlerimiz hâlâ direniyorlar.
Dönemin buzdolabı ihtiyacını karşılayan bu yapılar aynı zamanda köylerdeki ahşap işçiliğinin de zirvesi
sayılırdı. Dört yuvarlak direk üzerine inşa edilip, alt kısmı her yönden açık bu yapıların, direk başlarına
yerleştirilen yuvarlak başlıklar sayesinde gıdaların baş belası fareler bu yapılara asla çıkamaz, yiyeceklere
de ulaşamazlardı. Köstere taşları ise bağ ve bahçelerde kullanacağımız araç ve gereçlerin bilenmesi için
kullanılırdı. Evlerde kullandığımız bıçaklar ile odun kesmek ve yarmak için kullandığımız tara, balta, orak
gibi aletlerimizi köstere taşlarında kolayca biletir, işlerimizi rahatça görürdük.
İnsanlık tarihi boyunca yapılan icat ve buluşlar hep insanoğlunun ihtiyaçlarından kaynaklanmıştır.
Köylerimizde yaşayanlar da kendi ihtiyaçlarından kaynaklanan birçok pratik araç bulmuş ve geliştirmişlerdir.
Mesela birçok evde şimdi tarihi dekor olarak kullanılan ve “şoromil” denilen tamamen taştan yapılmış
“el değirmenlerimiz” vardı. Evde mısır unu bittiğinde su değirmenine yüklü miktarda çuvallarla sabahın
alacakaranlığında ulaşamayan aileler, günlük ihtiyacı için bu el değirmenlerini kullanarak un elde ederlerdi.
Yaşanılan zamanın özelliklerine göre köylerdeki ahşap evlerimizde kullandığımız alet ve yararlandığımız
mekânlar ile hafızalarımızdan hâlâ silinmeyen güzel hatıralarımızı bu dönemi kısaca anlatarak yaşamış
gibi olduk. Ama ne yazık ki o dönemin kültürünü oluşturan ahşap evlerimizi, küçükken kardeşlerimizle
saklambaç oynadığımız az ışıklı odalarımızı ve günlük ihtiyaçlarımızın giderilmesini kolaylaştıran araç
ve gereçlerimiz bu günlere kadar muhafaza edemedik. Hiç olmazsa o dönemi yaşayan insanlar olarak
yazdık, inşallah yeni nesiller okuyup öğrensinler diye.