FAROZ’A RENK VEREN USTA OSMAN ZEKİ DEMİRKALE

 

  30 Kasım 2022 tarihinde kaybettiğimiz Osman Zeki Demirkale; Üniversitede
  Aynı tarihte göreve başladığım bir meslektaşımdı önce. Sonra aynı odayı 
  Paylaştığım mesai arkadaşım, sonra dostum ve yol arkadaşım oldu. 
  Kim bilir kaç ülke, kaç şehir, kaç müze gezdik birlikte? Kuşkusuz hepimiz 
  Bir gün gideceğimizi biliyor, biliyorduk. Ama çok ani ve erken gittin… 
  Gidenin ardından yazmak zordur. Ben iyi ki bu yazıyı yaşarken yazdım. 
  Değer verdiklerimize neden değerli olduğunu yaşarken söylemeli insan…

 

 

 

 

1950’li yıllar ülkemizde hızlı değişimin yaşanmaya başladığı yıllardır. Kentlerimiz Osmanlı’nın mimarlık
mirasını hızla tüketerek Cumhuriyet döneminin yeniden yapılanma sürecinde dönüşümü yaşamaya başlar.
Endüstrileşme, köyden kente göçü hızlandırır, bir anda kalabalıklaşmaya başlayan kentlerde konut ve
imar sorunu yaşanır. Artan nüfusla kentlerin sosyal-yapısal dengeleri bozulur. Aynı yıllarda Trabzon da
bu olumsuz gelişmeleri yaşamaktan kendini kurtaramaz. 1940’lardaki sakinliği, sürekli eklenen kentsel
mekan ve insan kalabalıkları ile bozulur. Şehrin aristokrat yerlisinin çoğunluğu başta İstanbul olmak üzere
büyük kentlere göç ederler. Onların yerini kırsal kesimden gelenler doldurur. Trabzon’un Rum-ErmeniOsmanlı‘dan kalan kültürel sentezi göçerlerin yarattığı yeni kent kültürü tarafından hızla kuşatılır. Ganita,
Çömlekçi, Yeni Cuma, Arafil Boyu, Sotka, Mumhaneönü, Faroz Trabzon’un en eski mahallelerindendir.
Çömlekçi, Ganita, Mumhaneönü ile Faroz Trabzon’un deniz kıyısında kuzeydoğusundan-kuzeybatısına
doğru sıralanır. Mumhaneönü ile Ayasofya Kilisesi arasında kalan Faroz; emeği ile geçinen, hayatını
denizden kazanan insanların yaşadığı yerdir. “Faroz” sözcüğü eski Yunancada “deniz feneri” demektir.
Dünyanın yedi harikasından biri olan Mısır’daki İskenderiye Feneri’nin adı Faroz’dur. 16. yüzyıl Trabzon
şehir kayıtlarında ilk kez adı geçen Faroz; Trabzon’un en hızlı kentleşen, tarihsel ve kültürel belleğini en
hızlı kaybeden mahallesidir. Önce taştan yapılmış, bahçeli eski yalı evlerini şekilsiz apartmanlar birer birer
yutmuş, sonra sahil dolgusu ile denizinden uzaklaşmıştır.

 

 

1950’li yıllarda çocukluğu Faroz’da geçenler kendilerini “yalı uşağı” olarak tanımlar. Oturdukları eski taş
evlerin önünden kayıklarını denize indirir, küçük kayalıkların gerdanlık gibi süslediği tertemiz kumsaldan
denize girerler. Deniz ve kumsal o dönem çocuklarının oyun alanıdır. Dalgalarda viya koşulur, şiddetli
yağışlardan sonra denizden kütük çıkarılır, komşu bahçelerinden gizli gizli meyve yürütülür. Ara sıra
denizin kıyıya vurduğu top gülleleri ve eski paralar bulunup harçlık çıkarılır. Düğünlerde eğlencelerde
kolbastı oynanır. Şimdilerde Trabzonlu gençlerin Türkiye’den başlayarak dünyaya tanıttığı “kolbastı”nın
doğum yeridir Faroz. Sanayisi olmayan kentte Farozlunun geçim kaynağı deniz ve balıkçılıktır.

 

 

1947 doğumlu Osman Zeki Demirkale Faroz’un bütün dönemlerini yaşamış, değişimlerine tanık olmuş
bir Farozludur. Çocukluğu, gençliği Faroz’un en hızlı değişimlerinin yaşandığı döneme denk gelir.
Çocukluğundan beri tekniğe, teknolojiye, güzel olan her şeye merakı resim öğretmenleri Kayıhan
Keskinok’un etkileri ile biçimlenir ve bir hedefe yönelir.

 

 

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Faroz, Trabzon’un entelektüelleri ve sanatçıları ile tanışır. 1927 yılında
Trabzon Lisesine gelen Resim öğretmeni Saim Özeren bunlardan biridir. Saim Özeren 1938 yılında Yurt
Resimleri nedeni ile Türkiye genelinde seçilen 10 ressamdan biridir. Ondan bir yıl sonra Trabzon Lisesine
gelen Zeki Kocamemi yedi ay kadar Trabzon Lisesinde görev yapar, sonra istifa eder. Bu dönem içinde
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu keşfeder, onu Akademiye yönlendirir. Saim Özeren, Zeki Kocamemi Faroz’da
oturur. 1950’li yıllarda Trabzon Lisesinin resim öğretmeni Kayıhan Keskinok öğrencileri ile Trabzon Lisesinin
altından patikaları geçerek Faroz kıyılarında denize girerler. 

 

     

           Yurt Resimleri kapsamında 1938 yılında Trabzon’a gelen Saim Özeren’in sınıf arkadaşı Mahmut Cuda
gemiden gördüğü ve Trabzon’a yaklaşırken anlattığı Trabzon manzarası Faroz’un resmidir. Faroz’un
Zühdü Abisi (Zühtü Ellezoğlu) Kayıhan Keskinok ile Trabzon Lisesinde birlikte çalıştığı Farozlu resim
öğretmenidir. Bu değerli isimler sayesinde resim sanatı Faroz’da hep sevilir, ilgi görür. Osman Zeki
Demirkale’nin sanata yönelmesinde bu ortamın kuşaklara devredilen mirasının katkısı mutlaka fazladır.
1964 yılında liseyi bitirdiğinde kendini İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde bulur. Akademinin
en bilinen hocalarından Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Trabzonlu olması, Trabzonlu gençleri mıknatıs gibi
akademiye çeker. O dönem Trabzon’dan Akademiye gelenler arasında Burhan Uygur, Mehmet Özer,
Muzaffer Akyol, Mustafa Ata, Saldıran Özmen gibi isimler de vardır. Beş yıl İstanbul’un ve Akademinin
havasını soluduktan sonra Adnan Çoker atölyesinden mezun olur ve tekrar Trabzon’a döner. Uzun yıllar
Trabzon’un çeşitli okullarında resim öğretmenliği yapar…

 

 

Akademide bir çok hocadan aldığı dersler, öğrendiği bilgiler, derin ilgisi ve merakı ile çoğaldıkça resim
öğretmenliğinin rutin yaşamı ona yetmez. Mesleğinin yanı sıra resim çalışmalarını da sürdürür. Sergiler
açar. Siyah beyaz fotoğrafçılık ayrı bir tutkudur onun için. Siyah ve beyaz lekenin gizemine erdikçe;
resimde leke ve biçim yalınlığına ulaşmak gerektiğine inanır. Çocukluğundan beri taşıdığı Faroz ve
deniz tutkusunu teknik becerisi ile birleştirir. Bu tutku onu omurgasını kendi çattığı, kendi teknesini
yapacak kadar usta yapar. Doğa tutkusu, inceleme, gezme, görme, keşfetme, araştırma yaşamının
vazgeçilmezi olur

 

 

1995 yılında yollarımızın kesiştiği Osman Zeki Demirkale için KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Resim Bölümü
yaşamının bundan sonraki belirleyeni olmuştur. Üniversitede görev yaptığı dönemde derin bilgi birikimini
öğrencilerine samimiyetle aktarma gayreti içinde olur. Sanatta analitik düşünce tarzı ve teknik becerinin
birlikteliğine inanır. Ona göre sanatsal yaratmanın temelinde etkin gözlem ve keskin kavrayış vardır.
2002 yılında özgür ruhuna uygun olmadığını düşündüğü üniversite ortamında kalmayı tercih etmez
ve emekli olur.

 

 

Osman Zeki Demirkale’nin yaşamında ve sanatında çocukluğundan beri onu biçimlendiren Faroz
kültürü hep vardır. 1963 yılında Sahil Yolu yapılıp evi ile denizin arasına boylu boyunca uzansa da o,
denizden hiç kopmaz. Deniz ondan uzaklaştıkça o denize gider. İlk çocuğunun adı Deniz’dir. Teknesinden
vazgeçtikten sonra da sürer deniz tutkusu. Çünkü Faroz demek; deniz demektir, balık demektir. Faroz
demek; martı çığlığı demektir. Faroz demek; hareket ve hayat kavgası demektir. Her gün sabahın erken
saatlerinde Faroz’da kıyıya iner, sabah çayını Faroz Balıkçı Limanında yudumlar. balıkçıları, tekneleri,
ağdaki balıkları, martıları, kuşları izler, fotoğraflar… Onları resme aktarır. Bu gözlem aynı zamanda
hızla yok olan Faroz kültürünün gündelik görsel kaydı gibidir. Birkaç yıl önce açtığı “Faroz’un Kuşları”
fotoğraf sergisi bu konuda bir farkındalık yaratma projesidir. Düşünün ki bir insan yaşamında doğduğu,
büyüdüğü sahilin iki kez elinden alınıp doldurularak denizden uzaklaştırılmasına tanık olmuştur.

 

 

Osman Zeki Demirkale; kendi yaşamının önceliklerinin dayattığı sorunlara çözüm ararken dayanışmacı
ve paylaşımcı kimliğinin getirdiği misyonla çevresindekilerin sorunlarına da çözüm bulmak için uğraşır.
Mekanik tamir, inşaat, deniz ve tekne işlerini ressamlığı ve fotoğrafçılığı ile paylaşır. Fotoğraf makinası
bozulan, elektronik aleti bozulan soluğu onun kapısında alır. Bu çok yönlülük ona bir alanda çok sayıda
eser vermesini engellemiştir ama iyi gözlemci ve çözümcü olmayı öğretmiştir. Yaşamı, çözülmesi gereken
bir problem gibi düşünen Osman Zeki Demirkale; sanatı estetik problem üretme çözüm bulmanın
uygulama alanı olarak görür.

 

 

Resimlerini incelediğinizde; gözlem ve izlenimlerin aktarılması onu izlenimciliğe, iç dünyanın yansıması,
anlık fırça vuruşları dışavurumculuğa yaklaştırsa da o ne izlenimci, ne de dışavurumcudur. Çalışırken
ne izlenimci savrukluğu ile kompozisyon iddiasından vazgeçer, ne expresif taşkınlıkla aklın denetimini
reddeder. Ona göre resim; ciddiye alınması gereken, aklın süzgecinden geçmiş, çoklu disipline dayalı
estetik bir iştir. Kendi deyimi ile “Bu iş namusu ile yapılmalıdır. Hesapsız kitapsız; ölçüsüz, oransız resim
yapılmaz”. Resminde modern bir dil kullanmasına karşın Akademinin klasik eğitiminin resim süreçlerine
hep bağlıdır. Resmin temel ilkeleri, yeni neslin pek ciddiye almadığı ama onun asla vazgeçmediği
resminin anayasası gibidir. Resimde süslemeden ve fazla elemandan hep kaçınır. Her şey yeteri kadar
olmalıdır. Mizacıyla da örtüşen resim dilindeki bu minimalist tavrı aynı zamanda hocası Adnan Çoker’in
resim-sanat felsefesinin etkilerinin yansımalarıdır. 

 

 

Üst üste bindirilmiş, çoğu zaman birbirini yatay yönde destekleyen fırça lekeleriyle oluşan yalın formlar
önce kendini anlatır. Yeteri kadar teknik ve estetik olgunluğa eriştikten sonra bir hikayenin parçası
olurlar. Bu nedenle konu ve tema çok önemli değildir Osman Zeki Demirkale için. Ancak samimi
anlatımlar için yaşanmışlıklar önemlidir. Bu yaşanmışlıkların ana mekanı da Faroz’dur. Yetkin bir
gözlemle damla damla biriktirdiği görsel algıları tual yüzeyinde çok samimi, sade, yalın, etkin ve çok
renkli kompozisyonlara dönüşür. Bu kompozisyonlarda çoğu zaman deniz, balık, balıkçılar, tekneler, horon
oynayanlar, ağ örenler, martılar, Karadeniz peyzajları görülebilir. Karadeniz (Trabzon) ressamları rengi
sever. Osman Zeki Demirkale, rengi doğal gerçekliğin gereği olarak değil, resminin izleyici tarafından
keyifle izlenmesi için tasarım problemi olarak ele alır. Bu nedenle özel karışımlarla olgunlaştırılmış
renkler hangi armonik skalada olursa olsun ışık değeri ve doygunluk açısından sayısal değerlerle
ifade edilebilir.

 

 

Altı yıl KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Resim Bölümünde birlikte çalıştığım, aynı odayı ve 1995 yılından beri
dostluğunu paylaştığım Osman Zeki Demirkale, sanat üretiminde kesintiler yaşasa da Trabzon’da sanat
kültürüne farklı alanlarda kırk yılın üzerinde katkı sağlamıştır. Taşrada sanat yapmak, üretmek zordur.
Yaptıklarınızın bir şekilde karşılığını almanız gerekir ki yeniden üretebilesiniz. O hiçbir resmine para gözü
ile bakmamıştır. Şimdilerde “tuale iki fırça atıp bunu kaç liraya kime satarım” şeklinde düşünenlerden
olmamıştır. Düşlediği resmi yapabiliyor olmanın mutluluğu ona yetmiştir. Yetiştirdiği bir çok öğrenci de
onun izlerini yansıtacaktır.

 

 

Farabi’ye göre “Sanat ve bilim itibar gördüğü yerde barınır”. Eğer bir toplumda bilim insanı ve sanatçılar
değer görüyorlar ise o toplumların geleceği parlaktır. Trabzon’da yaşayan ressamlar içinde resmi en iyi
bilenlerden biri diyebileceğim Osman Zeki Demirkale; olgunluk döneminde kendi memleketinde uzun bir
aradan sonra tekrar eserlerini sergiliyor ise onun kentine verdiklerinin karşılığında kentinden ilgi ve değer
görmeyi beklemek hakkına sahiptir. Trabzon da üstüne düşeni yapacaktır diye düşünüyorum.