Sabırlar İş Merkezi B Blok Kat:1/4 / Yomra - TRABZON
Sabırlar İş Merkezi B Blok Kat:1/4 / Yomra - TRABZON
TARİHİ BOYUTU İLE BİLİNMEYEN ŞANA
Son yıllarda Trabzon şehri doğuya doğru hızlı bir gelişme kaydetti. Bir zamanlar kadim şehrin Çömlekçi Mahallesiyle son bulan sınırı böylece modern Yomra kasabasına kadar ulaştı. Öte yandan nüfus artışı, teknolojik gelişmeler ve yeni ihtiyaçlar şehrin yayıldığı bu gibi kırsal bölgelerde hızlı bir dönüşüm süreci başlattı. Söz konusu dönüşümün çarpıcı bir şekilde yaşandığı yerlerden birisi de bugün Şana adıyla bilinen bölgedir. Öyle ki böylesi bir dönüşüm neticesinde şimdilerde bölgedeki lüks oteller, alışveriş merkezleri ve çok katlı konutların oluşturduğu manzarayla zamanında karasabanlarla kotanların sürdüğü karpuz tarlalarının varlığı büyük bir tezat meydana getiriyor. Bu yönüyle kısa bir süre zarfında gerçekleşen dönüşüm süreci bölgeye has mimari yapı, yerel tarım kültürü ve daha pek çok unsurun unutulmasına sebebiyet vermektedir. Bununla beraber asırlarca kırsal hüviyetini koruyan bölgenin art alanıyla tarih çalışmalarına imkân tanıyor oluşu geçmişe yeni kapılar aralamaktadır. Dolayısıyla Şana ve yakın çevresinin özel tarihçesi yalnızca bölgenin değil, benzer yörelerin geçmişinin anlaşılmasına yönelik bir adım olarak kabul edilebilir.
Aşağıda ana hatlarıyla bölgenin özel tarihçesine dair bir takım tanıtıcı bilgiler verilerek yoğun bir şehirleşmenin hızla tükettiği geçmişin izleri belirlenmeye çalışılmıştır.
“Şana” adını taşıyan yerleşmelerin tarihine geçmeden önce hemen her bölge için ciddi bir kafa karışıklığına neden olan yer adları hususuna değinmek yerinde olacaktır. Bu çerçevede ilk olarak mevcut tarihi kaynakların “Şana” sözcüğünün anlamı, kökeni ve ortaya çıkışı hakkında aydınlatıcı olmadığının belirtil- mesi gerekmektedir. Ayrıca Şana adının kayıtlı bulunduğu, bilinen en erken tarihli kaynak 1432 gibi oldukça geç bir döneme aittir . Dolayısıyla “Şana”nın anlamı herhangi bir tarihi kaynaktan hareket edilmeden kelimenin doğrudan karşılığının bulunduğu dillerde aranmakta, sözcüğün ağırlıklı olarak Arapça ya da Lazca olduğu öne sürülmektedir. Ancak ilgili yazıda yer bulan bu iddialar - örneğin Şana’nın Lazca “neşe/mutluluk” ve “mutluluk tanrıçası” anlamlarına geldiğinin düşünülmesi gibi- henüz arkeolojik veriler ve tarihi kaynaklarla desteklenememektedir.
Tarihi süreçte “Şana” sözcüğüne mevki ve köy adı olarak rastlanılır. Bir mevkii adı olarak sözcük Kovata Burnu’yla Şana Deresi arasındaki kıyı düzlüğüne ismini vermiştir. Günümüzde bölgenin Zil Deresi’nin batısında kalan dar kısmı Trabzon’a bağlı Yalıncak- eski adı Komera- mahallesinin bir parçası iken diğer kısmı ise Yomra’ya bağlı Kaşüstü –eski adı Kuhla- mahallesinin sahil kısmını oluşturur. Bununla beraber yine aynı adla anılan farklı köyler daha bulunmaktadır. Tarihi olarak bu köyler Büyük Şana/Şana-i Kebir ve Küçük Şana/Şana-i Sagir isimlerini taşırlar. Ayrıca söz konusu köylerin yer aldığı vadilerle derelerin adları da Büyük Şana ve Küçük Şana ya da Güşana şeklinde yine Şana’dır. Yukarıda da belirtildiği üzere mevkii adı olan Şana, Şana Deresi’ne bitişik olsa da farklı bir yerleşimin Kaşüstü (Kuhla) mahallesinin sınırları içerisinde yer almakta, bu yönüyle Büyük ve Küçük Şana adlı köylerden ayrılmaktadır.
Her ne kadar tarihi bir yer adı olsa da erken tarihli Osmanlı kaynaklarında Şana mevkii hatta bütün Kaşüstü (Kuhla) mahallesiyle Küçük Şana adlı köylerin Kovata adı altında kayıtlı olduğu görülmektedir. Günümüzde ahali arasında Şana mevkii için kısmen kullanılan bu isim Kovata Burnu ile Kovata Limanı’nın da tarihi adıdır. Bu şekilde bilhassa vergilendirme tabanlı XV-XVII. asırlara ait Osmanlı kaynaklarında “Kuhla-i Kovata , Hisse-i Karye-i Kovata nam-ı diğer Kuhla, Hisse-i Karye-i Kovata nam-ı diğer Küçük Şana, Karye-i Kovata nam-ı diğer Şana” isimlerini görmek mümkündür . Büyük Şana adlı yerleşimlerin bir kısmı ise 1461 yılını takip eden süreçten XVII. asrın başlarına kadar aynı vadinin daha üst kesiminde yer alan ve adı Samaruksa olan köylerle ilişkilendirilmiştir . Bu nedenden ötürü aynı süreçte Büyük Şana’nın önemli bir kısmının Maçka nahiyesine bağlandığı, XVII. asrın başlarında tekrar tarihi Yomra nahiyesinin sınırları içerisine dâhil edildiği görülmektedir.
Kısaca Şana adı altında kayıtlı mevkii ya da köy bütün yerleşimlerin geçmişine göz atmak gerekirse bu konuda Osmanlı hâkimiyeti öncesine dair neredeyse hiçbir şey bilinmediği söylenilebilir.
Bölgede herhangi bir arkeolojik kazı ve yüzey araştırması yapılmamış oluşu, kaynak eksikliği gibi nedenlerle aynı yerleşimlerin ortaya çıkışı ve gelişimi karanlıklar ardındadır. Diğer taraftan bölge eskiçağda Trabzon ve civarında yaşayan yerli halklardan bağımsız düşünülmemelidir.
Coğrafi konumu gereği bölgenin, iki bin beş yüz yıl öncesinin Kolkhlar gibi bilinen halkları ve koloni kenti ile çeşitli sebeplerle bağlantısı olması muhtemeldir . Sonraki asırların San/Tzan adlarıyla tanınan halkları da bu yönüyle dikkate alınabilir . Söz konusu halklar sebebiyle bölgede yerleşimin temelinin atılışının erken dönemlere kadar indiği ileri sürülebilse de eldeki en erken tarihli kaynak daha önce de değinildiği üzere 1432 tarihlidir. Bu noktada ilgili kaynağın bölgede kırsal bir yerleşimden şimdiki Çınarlı Mahallesinden bahsettiği düşünülmektedir ki aynı kaynakta sahil kesimine Şana adı verilen Kuhla yani Kaşüstü Mahallesi de kayıtlıdır. Bu nedenlerden ötürü Şana adlı yerleşimlerin geçmişi kesin olarak erken ortaçağlara kadar indirilebilir.
XVII. asra ait bir kadı sicilinde Samaruksa Köyünde harabe bir kale bulunduğunun belirtilmesi de bu anlamda önemlidir. Zira Büyük Şana havzasında yer alan Yomra ilçesi İkisu (Küçük Samaruksa) Mahallesindeki kale -muhtemelen gözetleme kulesi- bu vadideki yerleşimlerin ve bölgeden geçen yol güzergâhlarının güvenliği açısından önemli bir işleve sahip olmalıdır. Ayrıca söz konusu kalenin Yomra ilçesine bağlı Kayabaşı –eski adıyla Kân- mahallesinde Kilise Dağı’nda bulunduğu düşünülen kaleyle bağlantısı kesindir. Nitekim Kilise Dağı, Yomra vadisiyle Küçük ve Büyük Şana vadilerinde sıralanmış yerleşimlere hâkim bir konumdadır. İlgili belgede kalenin harabe oluşunun belirtilmesi ise Osmanlı öncesine işaret etmektedir. Bütün bu hususlar bölgede erken ortaçağda insan yerleşiminin ulaştığı boyutu göstermesi açısından son derece önemlidir.
Bilindiği üzere Şana mevkiinin yer aldığı Kaşüstü ve eski adı Şana olan diğer bütün vadi köyleri günümüzde Yomra ilçesinin birer mahallesidir. Bu durum tarihi bir devamlılığı yansıtmaktadır. Nitekim söz konusu yerleşimler Osmanlı öncesinde “Gemora (Yemora) Bandon” adıyla bilinen idari bölgenin sınırları içerisinde yer almaktaydı. Gemora Bandon’un Osmanlı fethinden önce Sürmene bandonu ile birleştirilişi üzerine Şana adlı yerleşimler yeni idari birimin birer köyü haline geldi . Osmanlıların Gemora Bandon’unu bağımsız bir nahiyeye; Yomra nahiyesine dönüştürmesi bu durumu kısmen değiştirmiştir. Zira Büyük Şana yukarıda da belirtildiği üzere Samaruksa adlı köylerle -muhtemelen bir hata neticesinde - Maçka’ya bağlanmış, XVII. asırda adı geçen köyler yeniden Yomra nahiyesine dâhil edil- miştir. Ayrıca Şana adlı köylerin –Şana mevkii bunun dışındadır- İmâret-i Hatuniye Vakfı’na bağlı Samaruksa merkezli birer vakıf köyü statüsü taşıdığı anlaşılmaktadır .
Bu gelişmeler istisna edilirse XVI-XVII. asırlarda Trabzon şehrinin ileri gelenlerinin çiftliklerinin bulunduğu Şana adlı kıyı düzlüğünün resmi adıyla Kovata’nın son dönemde Yomra nahiyesinin merkezi yapılışı önemli bir gelişme olarak dile getirilebilir. Ancak bu uygulama oldukça kısa süreli olmuş, bugünkü Gürsel (Durana) mahallesi tekrar nahiyenin merkezi haline getirilmiştir .
Şana mevkiinin Yomra nahiyesinin geçici de olsa merkezi yapılışında en önemli unsurlardan birisi Kovata Limanının varlığıdır. Bu doğal ve korunaklı liman asırlarca nahiyenin ulaşımdan ticarete en büyük ve işlek limanı konumundaydı. Nitekim önemine binaen XVI. asırdan itibaren limanla ilgili pek çok kaydın kaynaklarda yer bulduğu görülmektedir. Bu kayıtlardan en önemlisi XVI. asrın sonunda Kovata’nın resmi bir liman olarak zikredildiği kayıt olsa gerektir . Aynı asırda Yomra ve Sürmene nahiyelerine dağıtılacak tuzun Kovata mahzeninde depolandığı belirlenmiştir . Ayrıca XVII. asra ait bir belgeden Kovata Limanında gemi inşasıyla tamiratının gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Bölgedeki balık avcılığı da limanla ilişkilendirilebilir . Limanın kapasitesi doğrultusunda Kovata’da karavel ve şayka gibi gemilerin demirlediği de görülmektedir.
Kovata Limanının en önemli özelliklerinden birisini ise bizzat limana uğrayan Evliya Çelebi dile getirmektedir. Evliya Çelebi’nin ifadeleri limanın, gemilerin fındıkla yüklendiği bir merkez olduğuna işaret etmektedir . XIX. asırda Minas Bıjışkyan da benzer bir durumdan bahsetmektedir .
Kovata Limanından farklı bölgelere gönderilen fındık Şana adlı kıyı düzlüğünün art alanından büyük oranda Şana adlı köyler ve Kaşüstü civarından sağlanmaktaydı. Başka bir ifadeyle bu değerli ticari meta bölgenin yerli ürünü idi. Nitekim 1486 tarihli Trabzon Sancağı tapu-tahrir defteri Kovata yani Şana ve yakın çevresinde Osmanlılardan önce de mevcut olduğu anlaşılan pek çok fındık bahçesine işaret et- mektedir. Hatta aynı bölgede bir “hassa fındık bahçesi” de bulunmaktaydı . Bu fındıklıklar bölgede fındığa dayalı tarım kültürünün ne kadar derin kökleri olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Daha da dikkat çeken bir konu ise bölge fındığının Şana adıyla anılan özel bir çeşit olarak tanımlanmasıdır. Zira XVII. asırda Evliya Çelebi Şana fındığının meşhur olduğuna ve bölgedeki yoğun fındıklıklara değinmiştir. XIX. asırda bu kez Minas Bıjışkyan, Şana ve civarında yetiştirilen fındığın ününe atıfta bulunmaktadır. Şimdilik Şana fındığının bilinen bir fındık çeşidi ya da ayrı bir çeşit fındık olup olmadığı hususunda bir bilgi yoktur. Günümüzde bölge köylüsünün ana geçim kaynağı hala fındık tarımı olmasına rağmen bugün değil de geçmişte Şana fındığının ününün bilinmesi ve bu tarihi gerçeğin unutulması ilginç bir tezat meydana getirmektedir.
Şana ve civarında XXI. asır itibariyle tarımı ya da yetiştiriciliği tamamen unutulmuş pek çok ürün daha bulunmaktadır. Bağcılık bu hususta en başta gelen unsurdur. XIX. asra kadar bağcılığın bölge köylüsünün en önemli geçim kaynaklarından biri olduğu görülmektedir. Şana adlı bütün kırsal yerleşimlerde bu anlamda yerel asma çeşitleriyle bağcılık yapılmakta, devşirilen yöre tabiriyle “döşürülen” üzümler şırahanelerde ezilerek üzüm şırasına dönüştürülmekteydi. Yine bölgede hassa bağlarının bulunduğu gözlemlenmektedir . Örneğin 1554 yılında Şana mevkii yakınlarında 440 adet asmadan oluşan bir hassa bağı mevcuttu.
Diğer bir husus ise zeytinyağı üretimidir. Özellikle Şana mevkii ve yakın çevresinde bulunan büyük çaplı zeytinlikler bu yönüyle ön plana çıkmaktaydı.
Yine farklı bir ürün olan ceviz yetiştiriciliğinin de neredeyse bütünüyle bölge halkının hafızasından silindiği söylenebilir. Hâlbuki XVII. asırda bölgede hasadın ardından elde edilen cevizin öğütüldüğü koz ya da ceviz değirmeni denilen özel değirmenler dahi bulunmaktaydı.
Son olarak Şana’da geçmişte vazgeçilmez öneme haiz bazı tarım ürünleriyle bölgeyi karakterize eden bir takım unsurlara değinilebilir. İki çeşit buğday (hınta ve kapluca), arpa ve darı tarımı bu gibi ürünlerin akla ilk gelenleridir. Zira mısırın XVI. asrın ortalarından itibaren yaygınlaşmaya başlamasından önce ve devamında asırlarca tahıl tarımının ana bileşenleri söz konusu tarım ürünleriydi. Öte yandan bölge ahali- sinin XX. asrın ortalarında dahi buğday ve arpa ektikleri bilinmektedir. Bilhassa bölgenin yerlisi yaşlılar kendi buğday tohumları bulunduğunu belirtmekte, daha sonra erken çıkan hükümet buğdayının yaygınlaştığını söylemektedirler. Bu süreçte eğimi düşük tarlaların karasabanla sürüldüğünü de eklemektedirler.
İstisnai bir şekilde karpuz tarımının bölgede hâlâ varlığını sürdürmesi ise geleneksel tarım kültürünün günümüze bir yansıması olarak telakki edilebilir. Nitekim 1486 tarihli bir kayıt Kovata’da kavun tarımı yapıldığını ve bu üretim alanının vergilendirildiğini göstermektedir.
Bu yerel tarımsal üretimi bölge halkının asırlarca küçük ölçekli hayvancılıkla tamamladığı da atlanılmaması gereken bir ayrıntıdır.
XVI. asırda Şana ve civarında arıcılık ve bal üretimi yapıldığı belirlenmiştir . 1877 senesinde ise Şana köyünde (büyük ve küçük ayrımı yapılmadan) 2 katır, 13 kısrak, 4 eşek, 12 at, 500 inek, 80 öküz, 369 keçi ve 1040 adet de koyun bulunmaktaydı . Bir kıyı ovası olan Kovata yani Şana mevkiinin devlete ait hayvanlar için ayrılmış hassa çayırı mevcut bir bölge olduğu da dikkat çekmektedir.
Hayvan yetiştiriciliği anlamında farklı bir uğraş ve uzmanlık alanı olması nedeniyle XVI. asırda Şana’da özel statülü doğan/şahin yetiştiricilerinin bulunduğu da belirtilebilir.
Herhalde Şana’yı bölgesinde özel kılan hususlardan biri de Şana köyündeki Ayazma Suyu’dur ve bu suyun XVII. asırda dahi önem arz ettiği anlaşılmaktadır. Son dönemde Ayazma suyunun şişelenerek Trabzon ve İstanbul’a hatta Avrupa’ya gönderildiği görülmektedir.
Kuşkusuz Şana adını taşıyan yerleşmelerin ne tanık olduğu tarihi gelişmeler ne de geleneksel tarım kültürüyle bölgeyi diğer yörelerden farklı kılan özellikler yukarıda değinilenlerle sınırlıdır. Ancak oldukça kısa hacimli bu çalışmada söz konusu unsurların hepsini irdeleyebilmek mümkün değildir. Yine de ele alınan hususlar; Şana fındığı, bağcılık, zeytinyağı üretimi, vakıf statüsü gibi örneklerde görüldüğü üzere bölgenin geçmişine dair günümüzde unutulmuş pek çok ayrıntıyı ortaya koymaktadır. Ayrıca bahsi geçen konular bölgenin ne denli büyük bir dönüşüm geçirdiğini gözler önüne sermektedir. Hele ki Şana kıyı düzlüğünde devasa karpuz tarlalarını çok sayıda öküzün çektiği kotanların sürdüğüne bizatihi yöre halkını inandırmanın güçlüğü bu dönüşümün yalnızca coğrafyada değil zihinlerde de karşılık bulduğunu göstermesi bakımından son derece çarpıcıdır. Buradan hareketle bu kısa çalışmanın bölge üzerine eğilen yeni bilimsel çalışmalara katkı sağlaması umulmaktadır. Bu yönde atılacak her adım Şana kadar kadim Trabzon şehrini çevreleyen bütün kırsal bölgelerin geçmişinin daha iyi anlaşılmasında etkili olacaktır.