TÜKETİRKEN KAYBETTİKLERİMİZ!..

Ülkece yaşamakta olduğumuz ekonomik sorunlar alım gücümüzü azaltırken bizi,  “tüketerek mutlu olma” alışkanlığımızla  da yüzleştirmekte...

Günümüzde insanlar, “mutluluğu tamamen, para ve paranın satın aldığı şeyler üzerinden tanımladıkları, sosyal hayatlarını ve insani ilişkilerini de bu tanım üzerinden şekillendirdikleri için” ekonomik olarak yetemedikleri ve yetişemedikleri noktada mutsuzlar… (Halbuki esas mesele anlamlı bir yaşam şekline sahip olmaktır.)

Değişim ve yenilik kavramlarının öneminin arttığı çağımızda insana dair tüm faaliyetlerin merkezinde  tüketmek var.

Hızla büyüyen tüketim alışkanlıklarımız yüzünden sorgulama yetimizi kaybettiğimiz için her şeyi; doğayı, insani duygularımızı, toplum değerlerimizi hatta zamanımızı bile hoyratça tüketmekte ve  yok etmekteyiz.

Zaten tüketim üzerine kurulu olan kapitalist sistem de topluma sürekli  “tüketerek yaşa!” mesajı vermiyor mu?

Bu mesajların ve tüketim davranışı kalıplarının etkisi, hayatımızın her alanında…   Sınırlı becerilerimiz ve sınırsız isteklerimize bir de “tüket” baskısı gelince metalara dönüşmekten kaçınamıyoruz.  

Tüketimin bir zorunluluğa dönüştüğü, önemli bir etkinlik olarak insani ilişkileri dahi yönlendirdiği sistemde tüketiciler, her çeşit kitle iletişim aracı ve medya gücünü elinde bulunduran belirleyici ve yönlendirici firmaların ve tekellerin elinde korumasız kalmakta…

Gerçek ihtiyaçlar ile sahte ihtiyaçlar arasındaki ayırımı yapamayan tüketici devamlı bir şeyler almaya itilmekte. Zaten Kapitalizm de tüketiciye yeni fırsatlar oluşturarak tüketimi sürekli diri tutmakta... Bu sistemde emek gücü, artı değer, paylaşım, kullanım ya da değişim değeri gibi kavramlar anlamlarını yitirmiş durumda….

Bugün gelişmekte olan ülkelerde tüketicilerin korunmasından bahsedilirken, gelişmiş ülkelerde  tüketicilerin eğitimi ve bilinçlendirilmesi için politikalar geliştiriliyor.  

Ülkemizde ise tüketim olgusu “bağımlılığa dönüşmüş” ve kültürümüzün odağına yerleşmiş vaziyette...

Bu kültür  sürekli yapay gereksinimler yaratmakta; tüketiciler,  tüketimin nesnesi ve hedefi olurken, savurgan, metaya doyumsuz yeni sosyal kimlikler oluşmakta. 

Tüketicilerdeki  bilinç bulanıklığı  tüketim tuzağına düşmelerine  neden olurken,  özellikle  alışveriş mer- kezlerinin görkemli reklamları, “tüket” anlayışını ve marka bağımlılığını beslemekte.

Bu durumda tüketicinin, çoğu zaman aldatıcı ve yanıltıcı reklamlardan ve pazarlama uygulamalarından etkilenmemesi, kendi çıkarları ve de ihtiyaçları doğrultusunda hareket etme kabiliyetine sahip çıkması ciddi bir eğitim konusu.

Elbette üretim ve tüketim yan yana yürüyecek. Tüketim olmazsa üretim ve büyüme de olmaz. Talep, piyasa canlılığı ve yatırım için şart. Ekonomik krizler bile gereksiz tüketim ile oluşurken, bir yandan da bilinçli tüketim ile yaralar sarılmaya çalışılmakta.

Lakin tüketmeyi bir kültür haline getirirseniz orada daha büyük ekonomik ve sosyolojik sorunlar başlar.

Sonuç olarak; tüketici harcama kapasitesini bilmeli ve planlamalıdır. Alımda seçici ve bilinçli olduğu kadar  yasal hakları konusunda da bilgi sahibi olmalıdır.

Diğer bir ifadeyle, kontrolsüz tüketim hem insanlar hem ülke ekonomileri hem de çevre için bir tehdit potansiyeli taşımaktadır. Tüketim toplumu olmak yerine daha paylaşımcı, geliri ile harcamaları arasında denge kurabilen bilinçli tüketicilerin yardımıyla sadeliği ve geleneksel ekonomi kültürünü işler hale getirmeliyiz. Güncellenen üretim ekonomisi ile birlikte “sahip olunan üretim kaynaklarının miras değil, gelecekten emanet olarak görülmesi”  anlayışını da topluma yeniden kazandırmalıyız.  

Mutluluğu ancak anlamlı yaşamdan alırsınız… Emeğinizi eşya kazanmaya değil, insan kazanmaya ve insani değerlere katkı sağlamaya harcayın. Esen kalın.